7 Nisan 2010 Çarşamba

Ufak Bir Zaman Dilimi

3 aydan fazla zaman geçti son yazımı yazdığım günden bu yana.. Nazım’ın dediği gibi insanlar için sözü bile edilmeyecek bir zaman dilimi ama benim için sözcüklerin kağıda dökülemeyip öksüz kaldığı upuzun bir yokluk dönemiydi.

Sözcükler, çağrışımlar ve postmodern şehir hayatıydı bütün suç ortaklarım. Bir de “kadın”lar vardı daimi kışkırtıcılarım. Geçen üç ay boyunca bütün günlerimi suç ortaklarımla geçirdim. Onlarla içki limitlerim arttı, onlarla dalga geçtim önümde duran kabul edilmiş gerçeklerle.

Önce sözcüklerden başlamak gerekli. Kabuğunda can çekişen ruhumun nefes almasını sağlayan her zaman sözcüklerdi. Sözcüklere yeni anlamlar yüklemekti kendimi mutlu hissetmemin yolu. Son üç ayda neredeyse bütün sözcüklerimi kötü bir hikaye için harcadım. Gelişemeyen, acemi okurların baştacı yapmakla mutlu olacakları bir hikaye... İçinde aradıklarım, daha doğrusu aramaktan zevk aldıklarım, anlamak istediklerim ve bulduğumda bir anda tüketeceklerim vardı. Hikayenin nasıl olduğunu yazmayı denerken hiç farkedememiştim. Şu anda bile gerçekten anladığımdan emin değilim ama hayata yeni hikayeler kazandıracağıma inancım o kadar fazla ki, onları düşünmek kendimi daha iyi hissettiriyor.

İkinci yaşam kaynağım çağrışımlardı son üç ayda. Zihnimi bir kelimenin, bir notanın peşinden saatlerce savurmamı sağlayan çağrışımlar. Alkolün bedenimde yarattığı hafifleme ve sonrasındaki enkaz hissini zihnimde çağrışımlar yaratıyordu. Alkolle flört etmelerinin bile çok tehlikeli olabileceğini biraz geç anladım ama çağrışımlar hala kendimle oynamamı sağlayan en içten arkadaşlarım. Kadınların etkileyiciliği de buradan geliyordu belki de. Sınırsız çağrışımı tek bir zihinde, erkeğin zihinde yaratabilme kudretlerinden.

Postmodern şehir hayatına gelince... En fazla beslendiğim (bazen fast-food besin etkisi yaratan) kaynaktı şehir hayatı. Bazen kalabalığın içinde kendimi gösterdiğim bazen de kaybettiğim canımın istediği zaman yüzebildiğim denizimdi. Ruhumun sarsıntılarının perdelendiği tiyatronun sahnesi de denebilir buna. Dekorları şehrin kaldırımları, insanları, hüzünleri en önemlisi de şehrin bakışları olan bir oyun içinde geçti son üç ayım.

Son üç ayın başka imgeleri de vardı. Biraz geç keşfettiğimi düşündüğüm sesinin tüm müzik aletlerinden daha güçlü olduğuna inandığım Regina Spektor. İkinci babam Aziz Nesin. Tanımak istediğim kadınların en açık sözlüsü Aslı Erdoğan ve hayatımın artık fon müziği haline gelen Redd.
Acının değişik tariflerini hissettim zihnimde. Ağladım bazen. Bazen de ağlanacak halimi görüp kendimden uzaklaştım. Ama çok şey öğrendim. Değiştim. İsteklerimi değiştirdim. Aradıklarım başkalaştı. Değişmeyen bir tek şey vardı... Hayat gerçekten masalsızdı..

1 yorum:

  1. "Her şeyin aynı kalması için her şey değişmeli"
    Hegel.

    YanıtlaSil